19 Eylül 2010 Pazar

ARJANTİN

Vize istemeyen ülkeleri çok seviyorum..Veriyorsun pasaportu damgalıyor o kadar..Burada bizden vize isteyen 2 ülke var..biri Peru, diğeri Paraguay (eger Paraguay’a günübirlik girip aynı yerden geri dönecekseniz oraya da vize gerekmiyormus. Çok ucuz elektronik pazarı olduğunu söylediler ama hiçbir şey taşımaya niyetim olmadığı için gitmedim) Neyse konu vizeden açılmışken şunu da anlatayım sonra Arjantine geçeyim. Peru vizesini Türkiye’den almak için Peru’nun Roma elçiliğine başvurmamız gerekiyor. Biryığın evrak ve yanlış hatırlamıyorsam 300TL civarı para..Tecrübeli bir arkadasım git B.Aires’ten kolayca alırsın demişti. Sağolsun bu bilgi çok işime yaradı. Yaklaşık 40 TL ye ve 1 saat içinde aldım. İstenen evrakları hazırlamamak da cabası. Ben bunun sevinci içindeyken – yani en kolay aldığım vize diye düşünürken- Hollandalı bir arkadas “1 saat mi? O da ne alt tarafı damga vuracaklar” dedi. Ona uzun ve zahmetli geldi..Damdan düşmeyen düşenin halinden ne anlar..Neyse fazla yorum yapmayayım çünkü sinir oluyorum..
Evett..Arjantin de Puerto Iguazu’ya geçtim. Hemen yapı değişti. Tek katlı, bahçe içinde lüks değil ama oldukça şık ve sade bir yerleşim yeri. Sakin bir yer.. Özelliği şelaleler ve oranın Arjantin tarafını daha önceki yazıda yazdığım için tekrar yazmıyorum. Buradan 21 saatlik otobüs yolculuğu ile Buenos Aires’e yollandım.    

Buenos Aires (buenos:iyi, güzel – aires:havalar)
Bu güzel havalar diyarı beni kıştan bahara geçen “tehlikeli” bir konumda karşıladı. Bir an iyi diğer an bilmiyorsunuz. Boşuna dememiş şair “beni bu güzel havalar mahfetti” diye J
Ama çantamın dörtte birini oluşturan ilaç torbamı boşuna taşımadığıma sevindim en azından.
Buenos Aires (BA) her yönüyle klasik bir Avrupa kenti. Mimarisi, insanları..Brezilya da yelpazeden sözetmiştim ama burada insanlar tek renk. Sarışın, esmer farkı bile pek yok. Kumral yogunluklu. Zaten çoğu avrupa kökenli-Uruguay gibi- buralarda haritaya bakmasam kendimi Avrupa’da sanabilirdim. Zaten durmadan BA yerine Barselona deyip durdum şehre. Bu yönüyle fazla vakit kaybetmeye gerek olmayan bir şehirdi ama benim dinlenmeye ihtiyacım vardı. Brezilya ya göre nispeten daha ucuzdu. Bende sallana sallana gezdim şehri. Buralı insanlarla buluştum, salsa kursuna bile gittim. 5 gün güzel gecti sayılır, son 2 günlük soğuğu saymazsak.
Kaldığım yer şehrin merkezindeydi, pek çok yere yürüyerek ulaşma imkanı sağladı. Zaten belli başlı yerleri özetlersek;
Florida caddesi; Fotograflarda da göreceksiniz, bizim Beyoğlu tarzı bir yer ama caddenin ortasında sıra sıra işportacılar (ama sanırım yasal) rengarenk şeyler satıyorlar. Arjantin de fiyatlar bize yakın, hatta biraz daha ucuz bile diyebilirim.
San Telmo: Şans eseri Pazar günü gittim ki esas görülesi zamanmış. Upuzun bir cadde ve müthiş kalabalık aynı Florida cd. gibi (hatta bazı işportacılar, animatörler oradan gelmişti) canlı müzik, tango gösterileri..bu bölge antika mağazaları ve kafeleri ile meşhurmuş. Turlamak keyifliydi.
Arjantin yüzyıl önce dünyanın en zengin sekiz ülkesinden biriymiş. Ünlü Mayıs Meydanında hükümet binasını gezerken bu zenginliği altın kaplama kapı ve tavanlarda somut olarak görebiliyorsunuz. Çok kısa tarih bilgisi; 25 Mayıs 1810 bağımsızlık günleri, yani 200 yıl olmuş sömürüye başkaldıralı. Güney Amerika’daki tüm ülkelerden askeri ve siyasi liderlerin portrelerinin olduğu bir salon gezdim. Fotografları ve haklarında bilgiler vardı. Hemen hepsi 40 yaşını göremeden ölmüş. Che 39, Evita 33 yaşındaymış öldüğünde. 57’yi gördüğümde vay be çok yaşamış neden acaba diye daha bir merakla baktım geçmişine..Bu kıtanın tarihi gerçekten çok ilginç. Bunu ayrıca yazmam lazım, şimdi tarih sevmeyenleri sıkmayalım.
Bu arada fotograflarda mezarlık göreceksiniz ama ben hayatımda böylesini görmedim. Küçük bir şehir gibi. Mezarlar neredeyse bildiğimiz ev boyutunda. Kapılı, pencereli. Kimi mermerden, kimi sütunlu..Evita dahil pek çok kişinin mezarı burada.
BA, dediğim gibi güzel amaa.. aynı zamanda sıradan bir şehir. Palermo, Puerto Madero, Boca diğer turistik yerlerinden bazıları. Örneğin Boca fotoğraflarda rengarenk evlerin olduğu cıvıl cıvıl bir yer gibi görünüyordu. Aynı zamanda Maradona’nın doğduğu yer ve takımı, stadyumu yani futbolu ile ünlü. Gideyim dedim. Bindim belediye otobüsüne birkaç durak önce stadyumun arkasında inmişim. Yürüyerek buldum yeri. Kısa 2 sokaktan oluşan, bana göre “yapma” turistik mekanlardan biri. Sakin sakin geldiğim yerden geri döneceğim, dükkan sahibi bayan beni uyardı “ sana vurup sonra çantanı alıp kaçarlar, dikkatli ol” dedi. Yani insan psikolojisi ne garip, sakin sakin – cahil cesareti ile- geldiğim aynı yolu telaş içinde geri gittim. Bu arada BA oldukça güvenli bir şehir bence. Özellikle şehir merkezi..test edilip, onaylanmıştır J
Veee TANGO..13-31 Agustos Tango Festivaliymiş. Her yer tango doluydu. Sokaktaki amatöründen, salondaki profesyoneline kadar. 2009 yılında Tango UNESCO tarafından dünya kültür mirasına alınmış. Yani sadece dans değil artık bir kültür mirasıymış. Bu bilgiyi de ekleyip BA kısmını kapatalım.
Son bir not: Fotograflarda televizyondan çekilmiş bir kadın portresi var. Evet O kadın Arjantin Cumhurbaşkanıymış. Elalemin ne cumhurbaskanları var, bakın da gözünüz gönlünüz açılsın :)


Tigre
Buenos Aires’in trenle 40 dk kuzeyindeki ilçesi. Aslında burayı bilmeyecektim. Uruguaya gidiş hazırlığındayken oralı birisi Tigre den kalkan vapurla Uruguaya geçmemi önerdi. Baktım hoş bir yere benziyor ve yağmurlu bir günde-hemde ne yağmur- vardım. Sular sel olmuş..ancak kendimi hostele attım. Vapur ertesi sabah, o yüzden hiçbir yere çıkmadan ayrıldım Tigre’den ama dönüşte gezmek üzere.
Dönüşte benden özür dilercesine hava kıyak geçti ve Tigre’ye hayran kaldım. Çok az yer için “ben burada yaşarım” derim. Evet Tigre bunlardan biri olabilir. Burada yaşa, BA de çalış. Süper..Ben buraya göz koydum J
Parana nehri okyanusa çok büyük bir delta ile dökülüyor. Tatlı su deniz olmuş, sonra okyanusa karışıyor. Tigre bu delta üzerinde kurulan evlerle çok şirin bir yer. Evlerin iskelesi var, tabii hepsinin ulaşım aracı tekne. Evler kazıklar üstüne yapılmış. Neyse burayı bırakayım fotograflar anlatsın.
Sadece birkaç anı ekleyeyim. Uzaklar II teknesi 2 yıldır dünyayı dolaşıyor, Osman ve Sibel Tigre yakınlarında demirlemişler. Bir bayram günü 3 Türk buluştuk. Osman telefonda “sen İzmir’limisin?” dedi ben de hayret Karadenizlilik şiveden anlaşılır ama İzmir nasıl yani! Diye düşünürken, Sibel Balçovalıymış. İzmir köy, tabii ki ortak tanıdık da çıkacak. Benim için çok bir güzel bir bayram oldu. İkisiyle de tanışmak ve zaman geçirmek pek keyifliydi.
Şu nu da yazıp öyle bitireyim: Tigre de kaldıgım otelin sahibinin aktardığıdır – yorumsuz yazıyorum: Bir erkeğin 4 tip kadına ihtiyacı olurmuş.
1-       Yunanlı- yemek yapsın diye
2-      Hintli – hoş tutsun diye
3-      İtalyan – çocuk doğursun diye
4-      Türk – hadi bilin bakalım niye?

“fighting” yani Savaş, mücadele, kavga..demek.. 
 
Osman ve Sibel’den duyduğum; “bir Türk gibi siste kaybolmak” ve “Türk kadını gibi kıskanç” deyimleri de buralarda yaygınmış.

Araya bir Uruguay sıkıştırıp sonra gerçek Latin Amerikaya doğru yola çıkacağım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder