26 Ekim 2010 Salı

Nazca

Nazca Çizgileri--Önce literatür bilgisi:
“Bunları kimin, ne zaman çizdiği bilinmemekle birlikte, 12. yüzyıldaki İnka uygarlığından eski oldukları kesindir. M.Ö. 200 ile MS 700 arasında tarihlendirilmektedirler. Bazılarının takvim ya da gökbilimle ilişkili olduğu, bazılarının ise doğa ayinlerinin bir parçası olarak yapıldığı sanılmaktaysa da, ne amaçla yapıldıkları hakkında kesin bir veri elde edilememiştir. Bölgenin aşırı kurak iklimi, bu çizgilerin bugüne değin bozulmadan kalmasında yardımcı olmuştur. Nazca çizgilerinin yüksekten bakılmaksızın muntazam bir şekilde çizilmeleri, kimilerine göre, olanaksızdır.
- Nazca çölünde 500 kilometrekare alana yayilmis 70'ten fazla sekil oldugu saniliyor.
- Nazca colu dunyanin en kurak noktalarindan biri: Yilda ort. 15 dak. yagmur yagiyor! Kum ve ruzgar az oldugundan erozyon yok denecek kadar az; cizgilerin yuzlerce yıl cizildikleri yerde kalmasinin sirri da bu...
- Demir iceren ve yuzeyde koyulasan tas / kayalar kaldirildiginda alttaki acik renkli toprak yuzeye kontrast olusturuyor. Sekillerin cogunun ip / sopalar yardimi ile ve taslar 2 yana atilarak  acilan cizgilerle olusturuldugu  biliniyor.
Nazca'daki hayvan figurleri ve geometrik sekiller 1920'lerde ticari ucuslar bu bolgeden gecmeye baslayinca farkedilmis, mesela yamaca cizili 32 metre boyunda "astronot" ise 1982'de bulunmus.
- Cizgiler hakkinda en derinlemesine arastimayi Alman arkeolog ve matematikci "Maria Reiche" gerceklestirmis; onun teorisi en cok kabul goren simdilik: Reiche'ye gore coldeki figurler MO 300 - MS 800 yillari arasinda bolgede yasamis cesitli uygarliklarin toplam eseri, ve bir cesit astronomik takvimin parcalarini olusturuyorlar.
- Diger kabul goren (ve hala ispatlanmaya calisilan) gorus: Dunyanin bu en kurak bolgesinde yasayan yerlilerin, yeralti sularinin yerini ve yonunu gostermek icin col yuzeyine cizdikleri sekiller? “
Not: internetten şekillerin uydu görüntülerini bulabilirsiniz, ben ayrıca bu dökümana eklemedim.

Önce niyetim uçuşlu turlara katılmaktı. 60$ 30 dk. Uçuş ücreti. Cusco dan Nazca’ya 14 saat, And dağlarını aşarak sabahın köründe ulaşınca birden fikrimi değiştiriverdim. Zaten bu seyehatin en sevdiğim kısımlarından biri de anlık değişiklik yapabilme özgürlüğüm. Rehber kitaplar uçuş öncesi bir şey yememeyi öneriyor..kusma oranı da ayrıca yüksekmiş. Düşündüm taşındım ve benim hassas mideme danışdım daha sonra 60 $ ın kusmak için pahalı olduğuna karar verdim. Mirador denilen kuleden 2 şeklin görülebildiğini okumuştum oraya gittim. Aslında kararımdan şöyle memnunum çizgileri yakından görme şansım oldu. Telle çevrili alana girmek yasak ama yine de yakın mesafeden şekillerin yaklaşık 10-20 cm derinliğinde, 30-40 cm genişliğinde çizgilerden oluştuğu görülebiliyor. Arazi oldukça çorak, taşlık ve geniş. Çizgileri yerdeyken farketmek neredeyse imkansız. Yükselmek gerekiyor. O yüzden bunca zaman sır olarak kalabilmiş. Çok ilginç gerçekten. Başka da diyecek bir şey bulamıyorum.
Bu arada kulenin dibinde ki çöp kutusuna benim için bir supriz konmuş J
Fotoğrafını göreceksiniz.

CUSCO

İnka’ların başkenti şu ana kadar en uzun kaldığım şehir oldu..tam 12 gün orada geçirmişim..vay canına şimdi kendim bile şaşırdım, bu kadar olduğunu farketmemişim !!
İlk hoşuma giden şey Arequipa gibi gösterişli bir şehirden sonra son derece sade ve yalın olmasıydı. Ahşap işlemeli balkon ve pencereleri ile taş binaları var, arnavut kaldırımlı dar sokakarı var, bolca turistle beraber sanki bir Akdeniz kasabası ama denizi yok..3400 mt rakımda kurulmuş Akdenizden çok uzak ama onun sıcaklığında bir şehir. Ben çok sevdim J
Machi Pichu en populer yeri ama onun dışında da görülesi pek çok arkeolojik yerleşime sahip. 65 TL verip turistik bilet alan yaklaşık 14 müze ve sit alanına girebiliyor. Anladığım kadarıyla bölgenin yerleşimi MÖ 16000 lere kadar dayanıyor, pek çok uygarlık gelip geçmiş ama en meşhur olanı İnka’lar çünkü en son onlar tarih sahnesinden silinmiş. 100 yıllık imparatorluk 1500lerin başında yok olmadan önce, şimdiki Ekvator, Kolombiya, Bolivya, Şili ve Peru topraklarının bir kısmı üstünde kurulu oldukça ihtişamlı ve geniş bir imparatorlukmuş. Rehber 15 milyonluk bir nüfustan sözetti. Gezdiğim müze ve yerleşim yerlerinden anladığım kadarıyla savaş teknolojisi dışında pek çok konuda ileriymişler. Örneğin eldeki kafa tası örneklerinde ameliyat uygulandığına dair bulgular var. Adamlar beyni açmaya ve müdahale etmeye yeltenmiş. Kafatası demişken müzede ilginç örnekler vardı, bebeklerde baş bağı kullanarak ilginç kafatası şekilleri yaratmışlar. Bu farklılık kişilere prestij sağlıyormuş. (fotograf çekmek yasaktı ama nasıl tarif etsem: kimi uzunlamasına, kiminin alın kısmı tas gibi taşmış..6-7 adet garip kafatası vardı)
Tarım alanlarında teraslamayı çok kullanmışlar. Pek çok arkeolojik alanda teras mevcut. Özellikle Moray denilen yer ilginçti. Daire şeklinde terasların bir çeşit laborauvar olarak kullanılmış olduğu sanılıyor. Her bir teras katı arasında 5 C derece fark varmış, her kata ayrı ürün ekiliyormuş. Koka yaprağı, patates vb dönüşümlü olarak farklı katlara ekilirmiş.
Yapılanma için seçtikleri yerler oldukça stratejik ayrıca dağcı adamlar sporu seviyor olmalılar hep dik ve tırmanışlı yollar ve köyler. Alt yapı da unutulmamış. Tekstil dokuma konusu da oldukça iyi görünüyor çünkü çok hoş tasarım ve kalitede giysiler vardı müzede. Kök boya ile cıvıl cıvıl kıyafetler, altın, gümüş iğne vs takılar. Müzik aletleri, maskeler ve süslemeler de zevk konusunda iyi olduklarına dair iyi ip uçları veriyor bence. Astrolojik hesaplamalar konusunda da çok şey bildiklerini biliyoruz. Dedim ya adamlar bir tek savaşmayı bilememişler. 200 kişilik İspanyol ordusu imparatorluğu bitirivermiş. O sıralarda Fatih İstanbul’u almakla, Gutenberg matbaayı bulmakla meşgulmüş. İnkalar Qeswa (Qechua) dilinde konuşuyorlarmış ama yazı yok. Sayı ve şekillerle anlatım sözkonusu. Güneş, ay, volkan gibi doğaya tapıyorlar, Pagan yani. Lama ve Alpaga kurban ettikleri hayvanlar. Özellikle Lama onlar için çok kullanılan bir simge, bu günü temsil ediyor, yılan yer altını, kondor (akbaba) gökyüzünü. Ya da bir anlamda dün, bugün ve gelecek. Doğum öncesi, ölüm sonrası ve şimdiki yaşam..Koka yaprağı da önemli bir diğer figür. “bugün bana yarın sana” kavramı ve mal değiş dokuşu sosyal yaşamlarına örnek. İnşaa ettikleri tapınak ve yerleşim yerlerinde kocaman kayaları nasıl taşıyıp nasıl bu şekilde düzgün yerleştirebildikleri konusu da oldukça ilginç. Arkeolojik alanların çoğu “Secret Valley- gizli vadi” boyunca yerleşmiş. Gerçekten gizli, dimdik dağların arasında dümdüz sulak tarım alanları.
Not: “HATUN” bu kelimeyi duvarda yazılı görünce rehbere dedim ki türkçede biz bunu güçlü kadın anlamında kullanırız, sizde ne anlama geliyor? Adam qeswa-yani İnka- dilinde aynı anlama geldiğini söyledi ve birlikte şaşırdık, siz de bize katılırmısınız bilemem??  

MACHI PICHU
Cusco dan biraz uzak. Hele bizim seçtiğimiz yol tam bir maceraydı. Virajlı ve tozlu -hem de ne toz- ve deli gibi kullanan şöförler. Son kısım yaklaşık 2 saat yürüyüş yolu gece karanlığa kalma telaşı olmasa güzel bir parkur ama karanlıkta güzelliği tartışmalı. Neyse tüm günü alan yolculumuz Aguas Calantes –sıcak su- da noktalandı ve biz nasılsa eğlenmeyi başardık.  Biz demişken araya reklam alayım biraz. İlknur benim üniversite yıllarından arkadaşım. 10 yıl aradan sonra gecen sene ekim ayında beni facebooktan bulmuştu ve buluştuğumuz gün Kolombiya için uçak biletini aldığını söylediğinde onunla buralarda buluşacağımız ikimizinde aklından geçmezdi..Kader işte! Cusco da buluşup MP ya birlikte gidelim diye yazıştık ve buluştuk. 
Machi Pichu 1438-1471 yıllarında yapılmış. Dimdik dağların arasında etkileyici bir yazlık mekan, çünkü mevsimsel yerleşim içinmiş. Sabahın dördünde uyanıp oraya yürümeyi planlarken sağnak yağmurla karşılaştık, üstümüzde 3 kat yağmurluk öğlene kadar traji komik bir durum yaşadık ama öğlen hava açtı ve biz Huaynapichu ve Hucchupichu denilen tepelere çıkabildik.
Bu tepelere ilk 400 kişi çıkabiliyor. Islak, yorgun ama çok keyifli bir günün sonunda Machi Pichu tatlı anılara yerleşti bile.

4 Ekim 2010 Pazartesi

Arequipa / PERU

Güzel olduğunu duymuştum ama böylesini beklemiyordum aslında. Buralara özgü bir güzellik değil daha çok Avrupalı hatta pek çok Avrupa şehrini kat kat sollar. “Blanca Ciudad” yani beyaz şehir. Volkanik beyaz taşlar kullanıldığı için gece gündüz ayrı parlıyor. 2000 senesinde UNESCO Miras listesine alınmış.  Yerleşim olarak kullanılışı MÖ 10000lere uzanıyor ama görkemli bir şehre dönüşmesi 1540 da Francisco Pizarro denilen zahtı şahanenin emriyle olmuş. Bu İspanyolun rütbesini bilmiyorum ama önemli bir zat ki emriyle böylesine bir şehir kurulmuş.
Önce politik dedikodular: Arequipalılar kendilerini Peru’dan ayrı ve özel görürmüş. Başkent Lima’yla tarih boyunca sürekli didişmişler. 1950’de öğrenciler greve gitmiş ve polis üstlerine ateş açıp pek çoğunu öldürmüş. 23 Haziran 2001 de büyük bir deprem olmuş. Şehir epey hasar görmüş. Deprem uluslar arası kaynaklarda 7.9 olarak duyurulurken Peru içinde 6.9 olarak ilan edilmiş çünkü kanunda 7.0  ve üzeri deprem yaşayanların borçları siliniyormuş. Lima Arequipa’ya böylece bir ceza vermek istemiş. Deprem sonrası bozulan ekonomik durum yüzünden pek çok kişi başka şehir veya ülkeye gitmek durumunda kalmış..
Benim izlenimim; Kaliteli alışveriş merkezleri, lüks lokanta ve kafeleri, cezbedici eğlence mekanları.. insanların giyim kuşamı, arabalar evler, genel hal ve tavırlar oldukça medeni, varlıklı ve kültürlü. Peru’nun diğer büyük şehirlerini henüz görmedim ama bu kıta içindeki hoş ve varlıklı şehirlerden biri olarak göründü bana. 
Buralarda her yerleşimin bir ana meydanı oluyor. “Plaza de Armas” Bir köşesinde kilise veya katetral, diğer köşesinde hükümet binası, ortada fiskiye, oturma bankları ve kuşlar..sürekli yem atıldığı için besili besili ayaklarınızın altında dolaşıyorlar. Genelde gündüz-gece meydan aktif oluyor. Küçük büyük hemen hemen her şehirde aynı. Boyut ve binaların şekli değişiyor.
Arequipa için de aynısı geçerli. Özelliği binaların yapıldığı volkanik taşlar oya gibi işlenmiş. Gerçekten güzeller ama aynı zamanda abartı ve şaşaa insanı rahatsız edecek boyutta. Pek çok yerde bu ne görgüsüzlük diye düşündüğüm oldu. İspanyollar altını, gümüşü bu topraklarda çıkartıp, Avrupada işlemiş sonra tekrar buraya getirmişler. Şanları yürüsün diye..
Örneğin katetralde pek çok şey altın, gümüş veya gümüş üstüne altın kaplama, yakut, inci vs her türlü değerli taş var. Piskopozun ayinde giydiği kaftan 15 kg ve 2 kişi yardımı ile giydiriliyor. Belki de bu yüzden amcam omuzlarındaki gerçek sorumluluğun yükünü hissedememiş olabilir J
Santa Catalina Manastırı: Şehrin merkezinde yüksek duvarlarla çevrili kocaman bir alanı kaplıyor. Bugüne kadar hiç manastır gezmemiştim. Bu büyük hapishanenin içini görünce vay be altın kafes buymuş dedim! Aslında mütevazi bir yaşam ve ortam bekliyordum. Zaten manastır geliri çevre halkın bağışlarıyla olurmuş. Şimdi müze yaklaşık 20 TL karşılığı geziliyor ama vaktiyle sadece bağış varmış. Tarz olarak yalın denebilir. Ayrı ayrı odalar var, odalarda yatak, bazan piyano, masa sandalye ve dua odası gibi bir yer veya köşe var. Mutfak yine bu studyo tarzı yaşama eklenmiş. Ayrıca büyük mutfak, yemekhane ve banyo olarak havuzlu hamam tarzı bir yer de var. Az ama değerli eşyalar var diyebiliriz. Dantel çok kullanılmış bunun yanında özellikle dini figürlerde yine altın, gümüş görkemini sunmakta. Şehir içinde küçük şehir olmuş bu mekan özellikle dar sokakları, renkli boyaları ve binaları ile güzel düzenlenmiş avlu ve bahçeleriyle aslında sevimli bir yaşam alanı. Yalnız bir kere girince bir daha çıkma şansının olmadığını düşününce tabii tüm şirinliği kaçıyor.   

Rocoleta müzesi: Artık çok müze gezmiyorum sıkılıyorum ama bu müze değdi. İnka ve Amazonlar hakkında güzel bilgiler buldum ve gezmek hoşuma gitti. Fotoğraflarını görünce anlayacaksınız.

Yine bana ilginç gelen ve gezmekten zevk aldığım bir diğer müze Museo Santuarios Andinos—Juanita
Ama burada fotoğraf çekmeye izin yoktu o yüzden anlatmam lazım.
1995 yılında, 27 senelik araştırmanın sonucu, Ampato volkanının tepesinde 12-14 yaşlarında bir kıza ait ceset bulunuyor. Adı mumya ama kendisi aslında mumya değil. Biliyorsunuz mumya özel olarak yapılır bu ceset 6000 küsur yükseklikte kar ve buzun içinde şans eseri bozulmadan mumya gibi 500 küsur sene kalabilmiş. Şimdi de müzede aynı şartlarda korunmaya çalışılıyor. Omuzları, kolları, saçları, dişleri ve hatta yüzünde ki garip ifadesiyle sanki canlı gibi. Hikayesi ise şöyle; Volkan aktif hale geçince İnka’lar kurban sunma törenine başlamış. Aslında dağda 3 erkek 3 kız cesetine rastlanmış ama diğerleri mumya şeklinde değil, onlardan sadece mezardaki malzemeler elde kalmış. İsmini Juanita koydukları mumya ise buzun içinde derinlere kaydığı için bozulmadan korunabilmiş. Kurban olarak özellikle güzel olanlar seçilirmiş çünkü güzellik sağlığı simgeliyormuş. Bu kızcağızın üst düzey bir aileye ait olduğu sanılıyor. Tören volkanın tepesinde yapıldığı için de herkes oraya günlerce süren yolculukla varıyormuş. Dile kolay 6000 küsür rakımdan sözediyoruz. Önce darbeyle öldürülen kurbanlar içi özel döşenmiş kuyu şeklinde üstü açık mezarlara yerleştirilmiş. Burada altından heykelciklerde bulunmuş. Kimi güneşe, kimi aya kimi de volkana hitaben. Acıklı bir tören ilginç buluntular ve inanılmaz bir mumya..  

Colca Kanyonu:
100 km uzunluğu ve 3400 mt derinliği ile dünyanın en derin kanyonu olduğu ileri sürülüyor. Arequipa şehir merkezinden 6 saatlik otobüs yolculuğu ile varılıyor. Kanyonda birkaç günlük yürüyüş turları var. Zaten şehir Colca turları ile çalkalanıyor. Şansınız varsa Kondorları başınızın üstünde uçarken görmek mümkünmüş. Ben göremedim.

Arequipa hakkında birkaç not:
Pazar günü ülkede seçim var, renkli kıyafetleri ile gençler feneralayı gibi geçit yaptı. Danslı eğlenceli..ellerinde adaylarının bayrakları.
Seçim için adayların kullandıkları simgeler çok komik, elma, ağaç, yaprak, horoz, rakam vs aklınıza ne gelirse var. Şekillerin üstüne çarpıyı koyup tüm şehirleri afişlerle donatmışlar. Sanırım okuma yazma bilmeyen çok bu şekilde akılda kalıcı oluyor.

Burası volkanik bir bölge, aktif ve pasif pek çok volkanları var. “Misti” aktif olanlardan ve şehrin yanı başında görkemli bir şekilde durmakta.

Geleneksel müziklerini sorduğumda bana verilen liste: Arequipa da Yaravi, Puno da Hmayner, Lima da Vals, Trijullio da Marinera, ayrıca rock ve salsa genelde her yerde dinlenirmiş. 

1 Ekim 2010 Cuma

Puno / PERU

PUNO
Titikaka’nın Peru kıyısındaki yerleşim yeri. Özelliği Titikaka adalarına yapılan turlar. Onun dışında kendine özgü pek bir şeyi yok. Ben tesadüfen festivale ve düğüne denkgeldim.

Festivalin ismi: Festivedad Virgen Maria de Candeleria. Meryem Ana’yla ilgili dini bir festival. Geçit törenleri ve sokaklarda gösteriler vardı. Sanırım bu konuyu anlatmak için fotoğraflar daha etkili olacak. Benim hoşuma giden kısmı rengarenk kıyafetleri ile dans eden gençlerdi. Birde meydanda kuaför dahil çeşit çeşit etkinlikler sergilendi..festivalle bağlantısını pek anlamadım!

Size esas düğünü anlatmam lazım. Aylak aylak yürüyordum birden bangır bangır ses duyunca yarı açık bahçe kapısından süzülüverdim. Bizdeki meydan düğünü.. kamyonetin üstüde org çalan orkestra, meydana sıralanmış yerel kıyafetli insanlar ve diğer uçta gelin-damat (yerel kıyafetiyle- gelinlik giymemiş)..Pistin ortasında karşılıklı durarak uzun bir sıra yapmışlar ve pek de anlamlı veya ritmik olmayan bir şekilde dans ediyorlar. Herkesin elinde bira şişesi.  Şişeler elden ele geziyor. Bizdeki gazoz misali ama tek farkı onlar bu şişedekiyle herşeyi kutsadılar. Önce damat çıktı 2 bardak dolusu birayı içmeden sanki dua okur gibi tuttu ve yere fırlatarak döktü. Sonra gelin benzer şeyi gelen hediyeleri kutsamak için yaptı. Hediye dediğim meydana dolaplar getirildi. Takı töreninde de elinde kasa kasa bira şişesi insanlar sıraya girdi.  Adamın biri sanırım bu kasaları kayda alıyordu. Arasıra geline başka hediyeler verip para takan da oldu ama benim anlamadığım en az 30 kasa bira ne olacak? Herhalde sonra bakkala geri satılıyordur J
Elimde fotoğraf makinesi ortada tek turist fazla dolaşmak istemedim ama keşke ispanyolca bilseydim de detayları sorup öğrenebilseydim. Dil konusuna böyle durumlarda çok bozuluyorum.

Yavari gemisi: Bu geminin özelliği İngiltere de yapılıp parçalar halinde Peru ya getirilmesi ve bu yolculuk 6 yılı bulmuş. 1862 yılında Titikaka da seferlerine başlayan gemiye şimdilerde bir İngiliz kadın sahip. Hem müze, hem otel diye kullanıyor. Gemi bundan sonraki ticari gelirlerini arttırmak üzere sürekli yenileniyor. Gemi olarak bir özelliği yok ama neden ustaları buraya getirmeden gemiyi 6 yıl karada eskitmişler bilemedim! 

Puno’da beni en cok sıkan şey sürekli herkesin kazıklama arayışında olması. Tamam çok ucuz bir ülke, fiyat kazık bile söylense yine de bize göre ucuz ama yine de insan sinir oluyor. Sürekli tetikte olma hissi yaratıyor. Fiyatlar tutturabildiğine değişiyor ama dediğim gibi yine de ucuz. Menüde bir kase çorba, pilav+et yanına salata 2 TL karşılığı bile değil 1.75’e geliyor. Kazık yemek isteyen daha şık bir lokantaya oturup 8-9 TL ye yiyip içebilir. Tek kişilik otel odası (yeni bina ve temizdi) 15TL kahvaltı dahil. Gerçi buradakilerin kahvaltı dediği ekmek, yağ, reçel ve kahve. Peynir yok zeytin yok en çok kahvaltılarımızı özledim. Gerçi eksradan kendim peynirimi, bulabilirsem tadı güzel zeytinimi alıyorum ama bu sefer demleme çay eksik J

Evet şimdi buraların esas ilginç kısmına geldik.
UROS ADASI—yüzen ada-yapma ada-suni ada-vs
Fotoğraflarda sazlıklar göreceksiniz, bunların kökleri yağmurlu mevsimde kopup su üstüne çıkıyormuş yerliler bunları topluyor, birbirlerine sabitleyip üstünü sazlarla kaplayarak adacıklar yapıyorlar ve bu adacıklar iplerle sabitleniyormuş yoksa yüzer gider, Bolivya kıyısına ulaşır dedi rehberimiz. İyi bakım yapılırsa 100 yıl kullanılabilirmiş. Yağmur ve güneşe göre bakım istiyormuş.
Böylece yapılmış 60 adacık var Uros adalar topluluğunda, bizim gittiğimiz adacıkta 30 kişi yaşıyordu. 5-6 ailelik bir grup, muhtemelen akrabalar.
Uroslar İnkaların işgaline kadar anakaradalarmış bundan 700 sene önce Inka’lar atağa geçip heryeri işgale başlayınca adacık yapıp gölün diğer ucuna kaçmaya başlamışlar. Daha sonrasında da anakaraya bir daha dönmemişler. Halen yaşamlarını burada eski geleneklerine göre sürdürüyorlar.
Aymara dilinde konuşuluyor. (Kami saraki: nasılsın, valiki: iyiyim.)
Ana geçim kaynakları balıkçılık. Mal değişimi usulü yaşıyorlarmuş. Yani anakarada balık vereyim buğday alayım misali. Çocuklar ilk okulu adada okuyor, 2 devlet, 1 özel okul varmış. (fotoğrafını göreceksiniz) Öğretmenler ana karadan gelip gidiyormuş hem ispanyolca hem aymara dilinde eğitim varmış.
Turizm önemli gelirlerinden biri daha doğrusu para getirisini sağladıkları tek şey. Parayı özellikle çocukların daha sonraki eğitimlerinde kullanıyorlarmış.
Evler tek oda, içinde yatak var o kadar. Mutfaklar konik şeklinde yapılmış, yazın dışarıdaki ocakları kışın da bu konik odacıkları mutfak alanı olarak kullanıyorlar. Aslında konik biçim yapıların orjinal haliymiş.
Ölülerini de ana karaya gömüyorlar.

Bu arada “Titi” puma demekmiş, “Kaka” gri ve taş anlamlarına geliyormuş (biri aymara dilinde öteki dilin ismini unuttum) yani gri puma veya taş puma gibi anlamlar oluşuyor.
Gölün haritası tersten pumaya benziyor. (bknz. Rehberin elindeki haritayı gösteren fotoğraf) İlginç olan 8288 m2 bir gölün uzaydan çıkarılan haritasında puma şekli görünüyor. Yani bu adamlar bunu nasıl bilip göle Titikaka ismini bilmem kaç sene önce vermişler?
Neyse, göldeki balıklar dogal sadece 2 cins balık Arjantin ve Kanada’dan getirilmiş.

Not: Sazların kökteki beyaz kısmına muz diyorlar ve yiyorlar. Şifalıymış ama alışık olmayanı tuvalete taşıtırmış. Ben bir parça alıp otelde denedim tadı yavan, ne iyi ne de yenmeyecek kadar kötü.