11 Kasım 2010 Perşembe

Ekvator

Seyehatimin altıncı ve son ülkesi Ekvator..Para birimi Abd doları, daha birkaç hafta önce darbe olmuş..küçücük görünüyor ama boyundan büyük bir ülke. İlk durağım Cuenca..en güzel şehirlerinden biriymiş. Gerçekten de öyle. Yüksek binalar yok, yeşillik içinde hoş bir şehir. Ülkeye cebimde 100 dolarlık bankanot ile girdim. Meğerse 100 dolar ne büyük paraymış kimse bozamadı, bankalarda kapalıymış. Otomattan 10 dolar çekmek zorunda kaldım. Yok böyle bişey 20 doları bile bozarken zorlanıyorlar. Kendimi son bankanotlarım ile oldukça zengin hissettim J
Cuenca’dan Riobamba ve Banyos’a geçtim. “aynııı Karadeniz” annemim lafıdır. Nerede yeşil bir yer görse söyler. Bende anasının kızı olarak her gördüğüm sakallıyı dedem sanıp, tüm yeşil dağları ata memleketime benzeteceğim. 2001 yılında İsrail’li bir arkadaşıma sormuştum “neden Karadeniz’e bu kadar çok İsrailli turist geliyor diye?” Cevap şimdi benim için daha anlamlı, o zaman pek anlamamışım. İsrail’de Güney Amerikaya gidip birkaç ay kalmak adettenmiş, hemen hemen herkes bu seyehati yaparmış. Gerçekten burada çoklar. Neyse, sonradan tekrar oralara gitmektense Amazonlara çok benzeyen Karadeniz’e gelmek daha kolaymış. Evet gerçekten çok benziyor..
Bizim de Amazonumuz var. Latin Amerika için vakti ve parası olmayana Karadeniz aynı manzarayı görme şansı sunuyor. Ben kendimi çok tanıdık parkurlarda buldum sadece Karadenizli hemşehrilerim yoktu okadar J
Günübirlik dağ yürüyüşü yapıp, festivaller ülkesi Ekvator’da akşam sokak şenliğinde dans ettik.
Sonra Cotopaxi denilen milli parka gidip dünyanın aktif olan en yüksek volkanını ziyaret ettik. (5897 mt) Ekvator sıcak olur yanılgısına uğrayarak dondum. Bu arada Türkiye’de dağcılık yapmak buraya göre kolay çünkü yüksek rakımda yürüyüş gerçekten çok zor. Daha adım atmadan insanın nefesi kesiliyor.
Eşyalarımı Riobamba’daki otele bırakıp küçücük bir çanta ile Banyos’a gelmiştim çünkü 2 gece kalıp geri dönmeyi planlıyordum. Ekvator’da meşhur şeytan boğazını trenle geçmekti asıl hedefim ama yol kapalıymış. Böyle olunca ani bir kararla Banyos’a yönelmiştim. Orada İspanyol bir arkadaşla tanıştım. Quito’da Ekvatorlu arkadaşları şaman ritüeline katılmak için O’nu davet etmişler, beni de ikna etti ve otele telefon edip eşyaları biraz daha bırakacağımı söyledim, bir pantolon satın alıp, üstümdekileri de yıkayıp yola devam ettim, dönüş öncesi son haftasonumu geçirmek üzere..
Önce Pedro’nun arkadaşı Maria’nın, erkek arkadaşının ailesinin evinde yemeye davetliydik. Uzun oldu..peki kısaltalım “orada bir aileye konuk olduk”, diyeyim. İspanyol kökenli (ama asırlardır orada olan) zengin bir ailenin evindeydik. En az 200 yıl öncesine dayanan siyah-beyaz fotoğraflarla 2 koca albüm gördüm. Evde herkesin ingilizcesi gayet iyiydi. Bana ilginç gelen daha 2 ay olmasına rağmen noel hazırlığı şimdiden başlamıştı, hep beraber evi süsleme telaşları hoştu. Neyse sonra 86 km kuzeydeki Ottovalo’da bir köy evine vardık. Evin bahçesinde kocaman bir çadır ve büyük bir ateş, 5-6 tanesi turist olmak üzere yaklaşık 30 kişi. Unutmadan bu törene katılım 20$. Buralarda şamanlar pek ünlü, sadece onlar için gelenler varmış, yani özel bir turizm alanı, aynı zamanda oradaki yerel insanların ilgisi de yoğun. Ayrıca Peru, Ekvator gibi ülkelerde bizim aktarların bir versiyonu olan bitkisel ilaç satan dükkanlar çok yaygın. Töreni size özetlemeye çalışayım. Gece 10 gibi başlayıp sabaha kadar sürdü. 4 seansta tamamlandı. Benim deneyipde içmeyi beceremediğim ilaç denilen sıvılar, ağızdan ağıza dolaşan sigara, buruna çekilen sıvı vs. Şaman ispanyolca dua benzeri bir konuşmayla açılışı yaptı ve sonrasında isteyen orada bulunma amacını açıkladı. Kimi daha güçlü olmak, kimi geçmişini silmek, kimi kızgınlığını, öfkesini yenmek..yani insanlar benim anladığım kadarıyla “Arınma” ve “Değişme” arayışında. Seçilen hedef doğrultusunda insanın içine odaklanması ve orada kendine ait bişeyleri görmesi, bulması törenin ana amacıydı. Çadırın ortasındaki çukura, dışarıdaki ateşten taşınan kızgın taşlar, değişik bitkilerle tütsülendi,  üstüne dökülen su ile en bunaltıcı hamamdan daha sıcak hale gelen çadırda karanlık ve söylenen şarkıların nameleri birleşti. Diğerlerini bilmem ama ben bu ortamda transa geçmek yerine herzamankinden daha zıpır hissettim. İçime odaklanmak yerine, meraktan olsa gerek, çevreyle daha fazla ilgilendim..Araştırmacı, gözlemci gazeteci gibiydim J
İlk merak ettiğim sigara gibi dolanan şeyde kafa yapıcı bir bitki olup olmadığı idi. İlk turda denedim ama uzmanı olmadığım için bir şey anlamam mümkün değil ama şunu kesinlikle söyleyebilirim tören bitiminde herkes gayet sağlıklı ve bilinçli görünüyordu. Yani uyuşturan herhangi bir etki olduğunu sanmıyorum. 
İçmek üzere verilen “ilaç” denilen bitkisel sıvı vücüdu temizliyormuş, tadı rezaletti, kusmak serbest dendi. Ne kusarım ne içerim diyerekten sanırım oradakileri sinir ettim, sonra bana uzatmadılar çünkü. Ortamın sıcaklığı vücuttaki toksinleri atmaya yardımcı-susuz hamam.
Yanımdaki turist kız ikinci seansın sonunda ayrıldı ben üçüncü seansın sonuna kadar dayanabildim. Galiba toplam 5 fire ile ritüel tamamlandı. Kime sorduysam törenden memnundu. Ben ise duşumu aldıktan sonra, dışarıdaki kocaman ateşin yanında gökyüzündeki ay ve yıldızları izlemekten daha memnundum. Her ne kadar o ortamda içime yönelmeyi başaramasam da benim de belirlediğim bir hedef vardı, merak edenlere ayrıca açıklayabilirim J
Bu kıtadaki son haftasonum bu şekilde biterken benim dönüş için uçağım pazartesi aksam 23.30 da Guayaquil denilen şehirdendi. Riobamba’ya eşyalarımı almak üzere yola çıktım oradan Guayaquil. Pazartesi akşam 7 gibi vardığım otobüs terminalinde karnımı doyurdum ve taksi tutup doğrudan havaalanına yollandım. Şehri görmek için vaktim kalmamıştı. Ama bu gezinin başından beri söylediğim şey  “gezi kendi planını kendi yapıyor ve beni sadece sürüklüyor” Gerçekten akışa teslim olup bana sunulanı merakla bekledim ve bu geziden müthiş keyif alarak tamamladım. Bakın son dakika süprizi neydi J
Uçuşta gecikme vardı ve ben Madrid’deki İstanbul bağlantımı kaçıyordum. Bana uçak şirketi Guayaquil de otel sundu. Hem de 5 yıldız, hem de şehrin göbeğinde hem de tam 1 gün..
Cebimde sadece 1 dolar kalmış. Alıp beni otele götürdüler. 3 öğün yemek şirketten ertesi gün akşama kadar vaktim var. Şehrin haritasını istedim. Turistik merkezin tam ortasındaymışım..Her yer yürüme mesafesinde.
Akşam otelin aracı beni tekrar havaalanına götürdü. 23.30 uçağı bu sefer gece 03.00’e kadar uyuşturucu ihbarı ve araması sebebiyle uçamadı. O saatte tüm yolcuları tekrar otele götürdüler, sabahın 9’un da yeniden havaalanı..bu sefer ki eziyet olmuştu ama şikayet etmenin gereği yoktu. Ayrıca İspanya için transit vizem yok diye bu sefer pasaportumu uçuş görevlisi aldı inişte birisi bana refakat edip polis istasyonuna kadar benimle geldi. Polise teslim edip gitti. Zencilerle birlikte orada 6 saat bekleyeceğimi sanıp bilgisayarımı açtım, koltuklara yerleştim. Polis abim elinde benim pasaportla geldi. “Kanarya adalarında kalmışsın ama vizen yok” dedi. Ben de sadece “Teknik arıza” dedim ve sohbet burada bitti, pasaportumu iade edip “gidebilirsin” dedi.
Bilmeyenlere yazayım. Gidişim de ayrı alemdi. İstanbul, Madrid uçuşunu yapıp gece yarısı Madrid ten Brezilya ya havalanmıştık 2 saat sonra tam uyumaya hazırlanırken ispanyolca “problema teknica” diye bisey duyup uyandım. Meğerse hidrolik parçalardan birinde arıza varmış, Gran Canaria adasına mecburi iniş yaptık. Kimse de panik yoktu ben de onlara uydum. Gece orada yine güzel bir otelde sabahladık. Bu arada transit vizem yok ya, polis benim pasaporta baktı baktı, sonra sanırsam gece yarısı kendine de iş çıkarmak istemedi “hadi geç bakalım” dercesine elini salladı. Böylece vizesiz ve para harcamaksızın Kanarya Adalarını görmek de kadarde varmış.
Ertesi akşam uçmuştuk. Son bir not gece varacağım Sau Paulo oldukça tehlikeli bir şehirdi ve ben oraya normal şartlarda sabah varacaktım. Gece oluşuna epey panikledim ama yapacak bisey yok. Elimdeki otel adresine taksi götürür artık diye düşündüm. Uçakta sohbet ettiğim bayana otelin adresini gösterdim, meğerse evine o kadar yakınmışki, oğlu karşılamaya gelecekti ve beni otele bırakabileceğini söyledi. Çok şükür Allah’ıma ters giden, kötü görünen olaylardan hoş sonuçlar çıkabiliyor. Panik yapmaya gerek yok. Seyehatimin başındaki bu ders bana sonuna kadar sakin kalma ve tadını çıkarma konusunda yardımcı oldu.
Sadece seyahatleri değil hayatı da akışına bırakmak lazım belki de..Bize neler sunacağını merakla bekleyerekten.
Benim yapımda bir insan için çok kolay olmamakla beraber sanırım bu seyahatin bana kazandırmaya çalıştığı en önemli mesaj buydu.
Birde kendi kendime sordum kaçkere..bu seyahatle ”Ne değişti” bende diye..
Herseyden önce tek bir yerküre üzerinde sayısız dünya var, bunlardan bir kaçını daha keşfettim o kadar ve en önemlisi kendi dünyamı genişlettim zenginleştirdim sanırım. Daha keşfedilecek çok dünya var..Tavsiye edilir, illa Güney Amerikaya gelmek gerekmiyor, çok uzaklara gerek yok sadece zaman zaman kendi dünyamızdan çıkıp dışarı açılsak, yakınımıza uzansak bile çok şey keşfedebiliriz diye düşünüyorum.

Bunlar kendim için çıkardığım derslerdi sizlerle paylaşmak istedim o kadar.
En kısa zamanda başka seyahatlerle buluşmak ümidiyle.
Sevgiler
Not: 2011 UNESCO tarafından “Evliya Çelebi” yılı ilan edilmiş. Bilginize.

Fotoğraflar:

10 Kasım 2010 Çarşamba

Chiclayo - Kuzey Peru

Otelde yeni mezun olmuş bir Maden Mühendisi ve 40 yıllık bir Endüstri Mühendisi ile tanıştım. Yeni mezun mühendis Bequer’in annesi, anneannesi, kuzenleri dini bir tören için bu şehre gelmişler. Anneanne İnka kökenli. Yerel insanlarla bir arada olmayı çok seviyorum, bu konuda çıkan hiçbir fırsatıda kaçırmamaya çalıştım. Dini tören için Peru harici diğer ülkelerden gelenler de çokmuş. Hıristiyanlığın bir kolu, tarikatı gibi bir şey sanırım. Katolikler gibi baba-oğul-kutsal ruh üçlemesine değil de Tanrı’nın birliğine inanıyorlarmış. Bu düşünce hıristiyanlık içinde devrim denilecek bir şey aslında. O yüzden herkes bu fikirden gayet heyecan duyuyor belli. Aynı heyecanla bana da Tanrı’nın birliğini anlatmaya ve beni ikna etmeye başlıyordu ki birisi, böyle bir ortamda karşısına bir müslümanın çıkacağını nereden bilsin. Benim açımdan hoş, onlar açısından bilemicem, ama ilginç diyaloglar oldu. Sonuçta aynı fikirdeydik ama farklı yollardan gelerek. Bu arada Bequer’in annesine Türkiye’nin yerini tarif etmeye çalışıyordum ki kadın İncil’in en arka sayfasını açtı orada Yunanistan, Türkiye, Orta doğu merkezli haritada zaten yer belliydi hatta Efes’e 1 saat uzaklıkta oturdugumu belirtecek kadar detaylı ev tarifi bile verebildim.

Museo Tumbas Reales de Sıpan
İlginç müzelerden biriydi. Aslında mezarlığa ait buluntular içeriyor ama ne mezarlık..SIPAN o bölgede ki insan tanrılara verilen isimmiş. Ölünce yerine yenisini seçiyorlar. Mezar piramit şeklinde yaklaşık 400 tane Sipan’ın gömülü olduğu sanılıyor. Gömerken ailesi (eş, çocuk, vs yakınlar dahil) kilolarca altın, gümüş benzeri maddelerden yapılmış süs eşyaları, giysiler de mezara konuyormuş. Ve doğal olarak günümüzdeki mezar hırsızları götürebildiği kadar götürmüş vaktiyle, şimdi ise ziyaret ettiğin en sıkı güvenlik önlemli müze. Fotoğraf yasaktı çekemedim. İlginç konulardan biri de Mısır uygarlığı ile benzerliği. O tarihlerde iletişimin olmadığını düşününce nasıl bu kadar benzeyebiliyor diye soruyor insan ister istemez.
Şu müzeler dile gelip birde sorularıma cevap verebilseydi J

Artık kuzeyde son nokta Tumbes ve oradan Ekvator..

Iquitos - Amazon Nehri

Kara yoluyla ulaşımın olmadığı en büyük yerleşim yeriymiş. Uçak veya gemi harici alternatif yok. Amazonların içinde Brezilya, Kolombiya sınırına yakın, nemli, bunaltıcı bir şehir. Sevdim diyemicem. Ayrıca pahalı da. Neyse sonuç olarak Amazonlara ulaşmanın yolu buradan geçiyor. Artık 2 ayı bitirip yolculuğun sonuna yaklaştığım için zaman baskısını hissetmeye başladım. Amazonlar için elimde çok güzel bir program olmasına rağmen (elektrik, su olmayan köylerde kalıp, avlanarak karnını doyuran insanlarla tanışacaktım, pembe yunuslar ve diğer hayvanlardan görecektim vs vs ) maalesef ayıracak günüm kalmadı ben de uçakla gelip en azından Amazon nehrinde gemiyle yolculuk yapmaya karar verdim. Buradan Yurumaguas denilen şehre 3 günde hamakta yatarak, yerel halkla birlikte çok da ucuza gittim. Önceleri 3 gün gecermi veya nasıl gecer derken su gibi akıverdi. Gemi aslında yük gemisi, yolcu da alıyor. Bir hamak ve yemek kabı satın aldım ve yerel halkla beraber süzüle süzüle Amazonu oluşturan kollardan biri olan Rio Maranon üzerinde yol almaya başladık. Kıt ispanyolcamla insanlarla muhabbet etmeye çalıştım. Kime sorsam 6-7 kardeş, yoksulluk yaygın, nehirde elde çamaşır yıkayan, çeşmeden su taşıyan kadınlar oldukça fazla. Gencecik anneler..erken yaşta doğurmaya başlayınca çocuk sayısı da artıyor doğal olarak. Buraların tarihi, şimdiki yaşam tarzı bizlerden ne kadar farklı? Herkes içinde doğduğu, bildiği, kendi kalıplarıyla dünyaya bakıyor..ben de dahil..Aslında dünya bizim gördüğümüz pencereden çok daha geniş. Avrupalıların yaptığı gibi genç yaşta dünyaya açılıp sonra rutin hayata atılmak lazım. Ben bile bu yaşta çok şey öğrendim gençler için çok daha güzel bir tecrübe bence.
Bu gemi yolculuğu geçen 2 ayı düşünmek için güzel oldu. Gemi benzer coğrafya da akıp giderken düşünceler de benim kafamda aktı aktı..Önce Yurumaguas sonra Tarapota şehirlerine vardım. Peru’nun kuzeyinde Chiclayo denilen şehre gidiyorum. En uzun bu ülkede kaldım. 1 ayı geçmek üzere. Ekvator için sadece 1 haftalık sürem kalıyor.

Lima

Nazca çölünden yavaş yavaş yeşilliğe yol alıyor gibiyiz. Kumların içinde ağaçlar..bu görüntü de güzel.
Ve deniz..evet yaa denizi görünce birden farkettim ki doğudan batıya Güney Amerikayı karadan geçmişim. Brezilya da Copacabana plajından Lima sahiline.
Yüksek dağlar, kalp çarpıntısı, baş ağrısı—çok şükür bende 2 günde geçti, yükseklik hastalığı kimilerinde ciddi boyutta olabiliyormuş. And dağlarını aştım, en yüksek kaça çıktım bilmiyorum ama 3500-4000 ortalama rakımlarda dolandım.
Neyse sonunda denizime kavuştum.
Kaç km katettim hesaplamadım ama sanırım şu ana kadar kara yolundan otobüsle 200 saat kadar yol yaptım. En uzun otobüs yolculuğu rekorumu 2 günle kırdım.
Sonunda Peru’nun başkenti Lima’dayım. Gelmeden önce korktuğum şehirlerden biriydi. O yüzden planımda fazla vakit ayırmamıştım. Ama her şey umduğumdan daha kolay oldu. Arkadaşımın Peru’lu arkadaşı J 3 gün boyunca bana eşlik etti ve tek başıma asla gidemeyeceğim yerlere gidebildim en önemlisi yerel ailelerle tanıştım, evlerine konuk oldum. Bu benim için ummadığım bir fırsattı. İnsanların cana yakınlığını, tatlılığını size tarif edemem. Bu arada ispanyolcam bişeyleri anlama ve derdini anlatma seviyesine yaklaşmış..2 ay daha kalsam tamamdı. Bu insanlardan hiçbiri ingilizce bilmiyordu ama nasıl olduysa sohbetten geri kalmadım. Bir şekilde ben derdimi anlatıyorum ve italyancanın avantajıyla söylenenlerin çoğunu anlayabiliyorum-karşımdaki tane tane konuşuyorsa.
Lima da 3 aile ziyareti yaptım bu ailelerden ikisi Afro-Peruvian yani Afrika kökenli Perululardı. Gittiğimiz semptler benim tek başıma asla cesaret edemeyeceğim mahallelerdi. Bunun yanında şehrin (sanırım zengin) en azından entel takımından bir grupla doğum günü partisine katıldım. Gustavo sağolsun. Süper rehberlik yaptı. Peru halk dansları kursunda birbirinden güzel gösteriler izledim. Evet Lima dan hiçbir müze veya ören yeri yazamayacağım. Liman, ana meydan ve denizinden bazı fotoğraflar göreceksiniz o kadar. Özellikle Cusco ve Lima için yazmaktan çok anlatılacak şeyler var o yüzden bu kısım biraz kısa kalacak kusura bakmayın. Blog da geyik muhabbetlerini yazmak çok hoş olmaz diye genelde pek sözetmiyorum.
Neyse ani bir kararla Lima ‘dan Iquitos’a uçuyorum.Önceki planım deniz kıyısından kuzeye yönelmekti ama dedim ya anlık fikir değiştirmelere bayılıyorum. Yalnız seyahat etmenin özgürlüğü. 99$ “one way ticket” ülkenin kuzey doğusu ve Amazonlar J       
Not: Mario Vargas Llosa, bu sene Nobel ödülü alan Peru’lu yazar. Türkçe ye de çevrilmiş pek çok kitabı var. Bilginize.