27 Eylül 2010 Pazartesi

BOLİVYA

Hep söylenip durdum gerçek Latin Amerika nerede diye..sanırım sonunda oraya doğru yollanıyorum. Biletim Buenos Aires – La Paz / Bolivya.. otobüsle tam 2 gün ! Burada hep karayolunu tercih ediyorum çünkü yol boyunca görülenler bile ilginç olabiliyor. Aslında birinci tercihim tren ama şu ana kadarki ülkelerin hiç birinde önermediler. Arjantin de epey direttim, herkese sordum, hepsi ağız birliği etmişcesine “gitme yolda kalırsın, gitme güvenli olmaz vs. vs.” laflar edince akıllı ol Filiz dedim vardır bir bildikleri..
ama sonraları tanıştığım Arjantinli bir kız treni kullandığını ve çok memnun olduğunu söyledi. Ama aynı uyarıları zamanında Ona da yapmışlar, ailesi engel olmaya çalışmış, vs vs..yani yerli halk arasında böyle kötü bir imajı var trenin..Neyse gelelim otobüse. Arjantin de otobüsler oldukça lüks. Cama Bus dedikleri koltukları tam yatan otobusler var. Fotografladım göreceksiniz, geniş geniş yayılabiliyorsunuz. Böylece yolculuk rahat başladı. Arjantinin kuzeyinde Jujuy denilen bölgede Salta diye bir şehirden çok kişi sözetti, aslında orada mola verip sonra devam edecektim ama son dakika plan değişti şimdi oradan trans geçiyorum. Dağlar ağaçsız ve rekgarenk..yani toprakları. Oluşumları sırasında değişik toprak cinsleri etkili olmuş anlaşılan ve sonuç da ona göre etkileyici olmuş. Kızıl, sarı, gri, kahverengi vs vs..toprak değişik renkleri gösterebilmek için üstünde hiç bir şey barındırmamış. Git git git kurak kurak kurak….ne biçim memleket ne yer ne içerler?
Uzun yolda uzun düşüncelere dalarak Bolivya sınırına ulaştım. Arjantin otobüsünde hepimiz kuyrukta çıkış işlemlerini bitirip bir köprüden yürüyerek Bolivya’ya geçtik. 90 günlük vizem anında tamam, hiçbir sorun yok. Bolivya’ya hoş gelmişim.. Ama bu da ne? Anında dünya değişti!   
Sınırı geçer geçmez gitti Cama Bus geldi döküntü Bus.. Dakka bir gol bir! Benim daha 18 saat yolum var..evet gerçek Latin Amerika’ya hoşşş gelmişim J
Arjantin’in kuzeyinde gördüğüm kurak toprak görüntülerine şimdi bir de Bolivya’nın yoksul yolları, köyleri ve tabii insanları eklendi.
Her yer toz toprak..bu coğrafi bir durum ve her yer yoksul bu da insani bir durum..
Coğrafya konusunda bana ilginç gelen bir konu da; rakım olarak 3000 ve üzerinde seyretmemize rağmen klasik virajlı, uçurumlu yollar yoktu. Sanki dümdüz bir ovada gittik. Hem bu kadar yükselip hem bu kadar düz bir alan da yol almak nasıl oldu, ben hala anlamış değilim..??
Yolda köyler var ama su ve yeşillik görünmüyor. Zaten bu yükseklikte yeşillik olmaz biliyorum ama hayat nasıl oluyor ve insanlar nasıl yaşıyor onu bilmiyorum. Tarım yok, hayvancılık desem ara sıra birkaç inek, koyun gördüm..o kadar. Köy dediğim kerpiç evlerden oluşan, toz toprak içinde birbirinden uzak küçük grupların yerleşimi.
Kıyafetler çok ilginç. Canlı renklerden oluşan etek, kazak ve sırtlarında yük ve çocuk taşıdıkları bohçaları. Bir de şapkaları var..İngiliz Sir şapkaları bu renkli kıyafetin ayrılmaz aksesuarı. Yaşlı teyzelerin saçları iki örgü..bunu zamanında bilmem hangi İspanyol yöneticisi emretmiş (okuduğum kitaptan biliyorum). Sanırım şimdi de gelenek haline getirmişler ki devam ediyor. Yine okuduğum kitap (Latin Amerikanın kesik damarları) derki: “şimdi turistlerin fotoğrafını çektiği kıyafetler aslında İspanyollar tarafından yerlilere zorla giydirilen kıyafetlerdir”
Neyse tekrar dönelim gördüklerimize..Şehirler genelde bir veya iki katlı sıvasız evlerin geniş bir alana yayılması ile oluşmuş. Şehrin küçüğüde büyüğüde aynı..Sonunda La Paz dayım..Dünyanın en yüksekteki başkenti.
Yol fotografları:

LA PAZ
Rakım şehir merkezinde 3600 m ve 4082 m ile en yüksek havaalanı bu şehirde. O yükseklikte uçak indirecek düzlük nasıl varsa? Böyle garip bir yer işte.
Genelinde mütavazi bir başkent ama her şehirde olduğu gibi buranın da zengin semtleri var. Klasik gökdelenler, mağazalar vs. Bana ilginç gelen birkaç nokta: Cansız mankenler, reklam panoları beyaz ırk örnekleriyle dolu. 2 papaz gördüm ikisi de beyaz tenli amcalardı. Senfoni orkestrası konserine gittim, şef ve baş kemancılar beyazdı. Zengin semtlerde gördüğüm insanların renkleri bariz beyazlaşmaya başladı, en azından melezdi. Yani lafı nereye getireceğim, burada hala sömürünün uzantıları yaşanıyor. Benim tarih kitabı okumama gerek yok.

Burada yükseklikten dolayı oksijen azalıyor ve deniz seviyesinden gelen insanlar için sorun yaratabiliyor. Bu sorun zaman zaman zor nefes almadan, ciddi yükseklik hastalığı denilen hastalığa kadar uzanabilir. Buralarda yavaş hareket edip, az yemek gerekiyormuş. Zaten tersi bir duruma imkan yok biraz acele edince anında tıkanıyor insan. Şehir yamaçlara kurulmuş, ister istemez yokuş yukarı gidilecek ama nasıl..kocakarı misali 1 adım 2 nefes.
Bu soruna yardımcı olacak yegane çözüm koka yaprağı çiğnemek benim gibi tadını beğenmeyenler sıcak suda çayını deneyebilir. Ülke dışına çıkarmak yasak. Bizde yetişen yaş çay yaprağı gibi bir şey. 1440 kg koka yaprağından 1 kg chlorohydrate denilen kokain maddesi üretiliyormuş. Çay olarak içmenin etkisi yok denilecek kadar az, çiğnemenin önemli ve zararlı etkisi yokmuş. Nereden mi biliyorum? Uzmanından.. Bakınız: IBBA- Center of botanical research & ecology and French Institute for scientefic research and cooperative development (ORSTOM)’un 1977 yılında yayınladığı araştırma rapor sonuçları.   
Bu bilgileri COCA MÜZESİ’nde verilen kitapçıktan edindim. Aynen alıntıdır. Meraklısına biraz daha detay:
Kokanın izi ilk kez kuzey Peru da MÖ 2600-1800 yıllarına ait mumyalarda bulunmuş.
INKA’lar 1200-1475 yıllarında yağını çıkarmış. Inka ve diğer kültürlerde koka yaprağının özel bir yeri varmış. Geleneksel olarak hristiyanların şarabı gibi temel dini tören malzemesi, ölüm, düğün vs alanlarda kullanılıyor. Büyücü doktorlar hastalarını koka ile iyileştiriyor, falcılar yaprağından fal bakıp geçmiş ve gelecek hakkında yorum yapıyor, büyü yapmada kötüyü kovmada yine koka yaprağına başvuruluyor. Dua ederken sembol olarak kullanılıyormuş.
Daha sonra kokayı beyaz adam keşfetmiş.
Koka çiğnemenin, kölelerin daha hızlı yürümesini ve enerjik olmasını sağladığını maden sahipleri anlayınca zorunlu hale getirilmiş. Köleler 48 saat aralıksız mola vermeden, yemek yemeden sadece koka çiğneyerek çalıştırılmış.

1885 de anastezide kullanılmak üzere kokain üretilmiş. (nerede olduğunu not almamışım)

İlk olarak Fransada “Mariani Wine” markası her 28 gr likör için 0,12 gr kokain kullanmaya başlamış daha sonra Abd de 1886 da Dr. John Pemberton tarafından koka bazlı ilk soft içecek “coca cola” adıyla üretime girmiş.
1894 de coca cola’nın içeriğinde kokain varken 1914 de yasaklanması üzerine koka yaprağı tadı (flavour) kullanılmaya başlamış.
Bu madde günümüzde ilaç sanayi, coca cola şirketi ve yasadışı kokain mafyası tarafından yönetilmekte buna rağmen Bolivya suçlanmaktadır. (ve diğer fakir ülkeler—bu benim eklemem)
Bugün 36 ülke ilaç endüstrisinde yasal olarak koka üretiyor. ABD, Fransa, İngiltere, Almanya, Belçika vs bu ülkeler içinde ama Peru, Bolivya gibi bu kıtanın ülkeleri listede yok. Abd de coca cola’nın sahibi Stephan Chemical 500 kg / yıl üretim yapmaktadır.

Müzedeki bilgiler daha çoktu ama ben ancak bu kadar not alabildim. En son aldığım notlar bence çok hoş, çeviride belki eksik kalırım diye orjinalini de ekliyorum bilenler kendi çevirsin.
 “Beyaz adam (fatih) koka yaprağına dokunduğunda, bedeni için zehir ve aklı için delilik buldu ve ne zaman koka yaprağı onun kalbini yatıştırmaya çalışsa, sadece onu kırmaya yaradı, sanki buz kristalinin dağları tahrip etmesi gibi.  . …(When the white conqueror touched the coca leaf, all he found was venom for his body and madness for his mind and when coca tried to appease his heart, it only served to break it, like ice crytals destroy mountains)

“Yaprağı sevgi ile koru ve kalbinde acı hissettiğinde ya da kafanda belirsizlik oluştuğunda yaprağı ağzına götür.  (..guard your leaves with love and when you feel pain in your heart or obscurity in your mind, bring the leaves to your mouth..)
Nasıl herşeyin cılkı çıkarılır..alın size örnek..

SALAR DE UYUNİ
Buralarda yazdığım pek çok şeye sık sık “dünyanın en…” kelimesiyle başlıyorum. Evet Salar de Uyuni de dünyanın en büyük tuz gölü-çölü ne denirse artık oymuş..
Git git heryer kar beyazı..fotoğraflarda kar mı tuz mu ayırt etmek zor. Uyuni Bolivyanın güneyinde küçücük bir yer. Bu tuz gölü  onlara hem tuz ihracatından gelir hem de turizm geliri sağlamış – gerçi ilk yazdığımdan pek emin değilim, tuz ihracatı onlara ne kadar ekmek kapısı olmuştur bilmiyorum aslında. Salar de Uyuni oldukça etkileyici. Jipimizle uçsuz bucaksız beyazlığın ortasında lastik izlerinden grileşmiş yollarda yol aldık. Bu arada şöyle bir sorum var, bilen varsa lütfen beni aydınlatsın. Tuz gölünde kuruyan tuzlar altıgen şeklini almış.. Neden? (bknz. Fotoğraflar)
Bu çölün ortasında -hala çöl mü, göl mü ben karar veremedim J
Neyse adı Isla Pescado “balık adası” olan bir yere geldik. Üstü kaktüs dolu bu adanın adı meğerse şekli balığa benziyor diye balık adasıymış. (haritasında bir ucunda balık kuyruğu şekli var) Adadan tuz manzarası gerçekten güzeldi. Bu kısmı anlatması için sizi fotoğraflara havale ediyorum.
Aslında 2 gece 3 günlük turlar vardı, gece tuzlada kalınıp, flamingolar, volkanlar, değişik renklere bürünmüş göllerin görüleceği ilginç bir tur ama gece konaklamanın ısıtmasız otellerde olduğu ve uyku tulumları kiralanması, kalın giysiler alınması gibi öneriler hala gribi geçmemiz bendeniz için gitmeme kararı oldu.
Buraya ait küçük bir not daha ekleyeyim, yolda bizi tren mezarlığı gibi bir yere de götürdüler. Trenle tuz çölünü boydan boya geçmek ve Şili’ye varmak mümkün.

TİTİKAKA
Dedim yaa “en”lerle devam edeceğim. Titikaka “3815 mt ile dünyanın en yüksekdeki gölü”. Ortalama derinlik 140-180 mt ve yüzey alanı 8288 km2 ile Bolivya ve Peru arasında masmavi sularıyla deniz misali uzanmış, ufka bakınca kara değil ufuk çizgisi görünüyor. İçinde adaları, yapay adacıkları ve doğal balıkları var. Önce Bolivya kıyısındaki Copacabana şehrinde ulaştık, oradan biz ve otobüsümüz teknelerine ayrı ayrı binip karşıya geçti. Yol boyunca yeşillenmiş tarım alanları daha canlı yerleşimler görmek beni bu ülke adına mutlu etti. Copacabana şehrinden Isla del Sol (güneş adası) ve Isla del luna (ay adası) ulaşımları var biz güneş adasına gittik. Bu arada biz derken Türkiyeden arkadaşım Müge ile buluştuk ve yaklaşık 1 haftamız birlikte geçti. Böylece Türk görmeyenlere “dos Turcas” olarak çıkartma yaptık.

COPA CABANA VE ISLA DEL SOL
Copacabana (bu isim aynı zamanda Rio de Jenario’nun en önemli plajlarından birinin ismi, bu kıtada böyle tekrarları görmek mümkün) anladığım kadarıyla dini anlamda önemli şehirlerden biri. İlginç bir katetrali var, beyaz boyası ve kubbe tarzı mimarisi ile şu ana kadar gördüklerimizden daha değişik ve hoştu. Küçük bir yer ama hoş kafeleri ve kaliteli restoranları ile güzel. Buradan Isla del Sol’a teknelerle ulaşılıyor. Adanın değişik koylarında değişik şeyler görmek mümkün ama ayak bastı parasını ödeyerek J

Notlar:
1-       Arjantin’den Bolivya ya ıssız yol boyunca küçük küçük yapılar vardı. 60-80 cm yüksekliğinde ev maketi gibi. Üstünde hac ve çiçekler var. Sordum, ibadet içinmiş. 
2-      Maskeler geleneksel kutlamalarda önemli bir figür.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder